“Bizim kendi tarihimizi yazma görevimiz var”
Aaron Nommaz, Sefarad Musevilerinin anası Dona Gracia Mendes’in anısına yazdığı romanı ‘Kanuni’nin Yahudi Bankeri Dona Gracia’ ile insanlık tarihinin en hümanist ve fedakâr insanlarından biri olan Dona Gracia için tarihe ve aynı zamanda birçok insanın kalbine bir abide dikti. Daha önce hakkında hiç Türkçe kitap yazılmamış, 16. yüzyılın en zengin kadını hakkında yazarak bir ilke imza atan Aaron Nommaz’la hem bir biyografi hem de tarih kitabı niteliğindeki bu değerli eser hakkında söyleştik.
Işıl Amanoel
Yahudi tarihinin hakkında en az yazılmış kahramanı Dona Gracia’ya olan ilginiz ne zaman başladı?
Dona Gracia’ya ilgim 15 yıl evvel başladı. Hakkında yazılmış bütün kitapları okudum. Sefarad ve Osmanlı Musevilerinin tarihine derin ilgi duymamı sağladı. Kişiliğine ve hikayesine aşık oldum. Bu kadar mı insancıl olunabilirdi! 25 yaşında sadece dünyanın en zengin kadını değil, en zengin insanıydı. Böylesine zengin bir kadın istese saraylarda dolaşır, pırlantalar takar, kraliçeler gibi yaşardı. Bunu seçmemiş; hapse girmeyi ve ölüm tehlikesini göze alarak, 25 yaşındaki aklı ile tüm servetini tek amacı olan engizisyondaki Yahudileri kurtarmak, onlara güvenli bir yer bulup yerleştirmek ve bir vatan bulmak için cömertçe harcamış, hayatını birçok kez tehlikeye atmıştı. Yahudileri haksızlıklardan kurtarmak onun için ömür boyu sürecek bir görev olmuştu. 16. yüzyılda Yahudilerin yaşadığı korkuları düşünürseniz, bu kadının yaptığının eşi benzeri Tevrat’ta dahi yok. Beni hayretler içinde bıraktı, hayran oldum kendisine.
Dona Gracia hakkında kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Dona Gracia hakkında bir kitap yazılmasını beş yıl önce düşündüm. Tanınmaması beni çok rahatsız etti. Bu topraklarda yaşayanları, Osmanlı mirasımızı böylesine derinden etkileyen biri olmasına rağmen hakkında hiç Türkçe kitap yazılmamış. Birçok yazar ve tarihçi arkadaşıma konuyu ele almaları için ısrar ettim. Onlar benim yazmamı istedi. İlber (Ortaylı) arkadaşım; kendisinin bu hanımefendi hakkında derin bilgisi olduğunu öğrendim fakat yazsa fazla ilgilenen olmayacağını düşündüğünden, o da tarihin bu bölümünü unutulmaya terk etmiş. “Ben mühendis adamım” diye düşünmeme rağmen, vazife hissettim. Bizim kendi tarihimizi yazma görevimiz var. Çok değerli bir annemiz. Ben de muhtemelen onun sayesinde bu topraklardayım şu an. Ayrıca gençlerin okuyup da kendi geçmişleri hakkında gurur duymasını istedim. Yahudilik tarihi çok önemli bir değer. Tabii bilirsen. Bilmezsen seni silerler. Başkaları karar verirse senin ne olduğuna, geçmiş olsun…
Araştırma süreci dahil olmak üzere tüm proje ne kadar sürdü? Hangi kaynaklardan yararlandınız?
İlk araştırma safhası çok uzun sürdü; en az üç yılımı aldı. Öncelikle Dona Gracia hakkında yazılan her şeyi okudum. O işin kolay kısmıydı. Yabancı kaynaklardan çok burada, olayların geçtiği yerde daha çok bilgi bulabilirim diye düşündüm; ama bulamadım. Devlet kayıtlarında hakkında yeterince bilgi yoktu. Yale Üniversitesinde Dona Gracia konusunda dünyada bir numara olan Prof. Aelion Brooks’la çalıştım. Ardından Boston Üniversitesine gidip oradaki hocalarla çalıştım. Esasen bir tarih kitabı yazdım ve tarih kitabımı koltuğumun altına koyup yayınevlerine gittim. Kabalcı (Yayınevi) kitabı çok beğendi fakat bunu maddi getirisi olmayan bir proje olarak gördükleri için kitabın hak ettiği değeri bulamayacağını düşündüm. Daha sonra Destek Yayınevi kitabı romana çevirme fikrini verdi. Romana çevirmek de 6-7 ayımı aldı.
Bildiğim kadarı ile bu kitap için, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz çok değerli tarihçi Halil İnalcık ile de çalıştınız. Bu deneyimden biraz bahseder misiniz?
Bu kitapta Halil İnalcık ile birebir değil, onun 20 senelik asistanı Prof. Bülent Arı aracılığıyla çalıştık. Bülent Hoca okuyup pozitif tenkitlerde bulundu ve tarih kitabını Halil Hoca’ya götürdü. Halil Hoca kitabı çok beğendi. Kendisi de tarihi olayları sosyal bir kontekst içinde değerlendiren bir tarihçi olarak, özel sektörün Osmanlı döneminde eksik bir dama taşı olduğunu söyledi. Halil İnalcık çok değerli bir insan, hocaların hocası. Bülent Hoca’yla Halil İnalcık adına bir vakıf kurmak için çok çalıştık; maalesef projeyi henüz gerçekleştiremedik.
Dona Gracia’nın tüm zorluklara rağmen nasıl hayatta kaldığını kısaca özetleyebilir misiniz?
Bütün güçlere, imparatorlara meydan okumuş bir kadın. Mesela Kraliçe Mary, Dona’nın kızını zengin bir aristokratlarla evlendirmek istiyor. O dönemde birinin servetini ele geçirmenin iki yolu vardı; biri engizisyon mahkemeleri, diğeri ise evlilik. Fakat Dona Kraliçe’ye karşı koyuyor ve onu reddediyor. Engizisyon mahkemelerinin başında olan Don Francisco, “Yahudi bir kadın Kraliçe’yi nasıl reddeder” diyerek onun haddini bildirmeye karar veriyor. Yahudi bir kadının özellikle o tehlikeli dönemde böyle davranması müthiş bir cesaret. Aklını kullanarak filmlere konu olabilecek müthiş zeka oyunlarıyla kaçmayı başarmakla kalmayıp, hem ailesini hem de servetini beraberinde götürebiliyor. Üstelik uğradığı tüm saldırılara rağmen servetini büyütmeye de devam ediyor. Öyle bir kadın düşünün ki Fransa kralının kendisine olan borcu için Kanuni’ye mektup yazdırıyor. Dona bununla da kalmayıp, Hürrem Sultan’la yakın dostluğu sayesinde, Avrupa’da yakılma tehlikesiyle yaşayan Yahudileri Kanuni’nin Osmanlı topraklarına getirtmesini sağladı.
Kanuni’nin Yahudilere karşı sergilemiş olduğu hakkaniyetli ve koruyucu tavırdan ötürü Papa, onu sadece Osmanlı topraklarındaki değil, tüm Yahudilerin hamisi kabul etmişti. Dona Gracia bunu nasıl başardı?
Kanuni, yabancı sermaye yatırımının önemini kavramış akıllı bir adamdı; Dona Gracia da dünyanın en zengin insanı. Bugün hâlâ doğrudan yabancı sermayeden bahsediyoruz, herkes yatırımlar yapılsın istiyor. Dona Gracia, Osmanlı’ya sadece kendi servetini getirmekle kalmamış, düşmanlarının kullandıkları teknolojiyi de getirmişti. Osmanlı’yı ticaret, bankerlik ve özel girişimler konusunda devrinin çok ilerisinde bir vizyona taşımakta öncü olmuştu. Tabii o zamanlar para ve toprak ikinci sırada, önemli olan bilgi yani istihbarat. Dona Avrupa saraylarında dolaştığı için oradaki insanların zihniyetini biliyor. Bankerliğinden dolayı Avrupa’nın dört bir yanına yayılmış ajanları var; haber alıyorlar, para hareketlerini takip edebiliyorlar. Ayrıca, Avrupa’daki tüm sinagoglardaki hahamlar Yahudilere yaptığı yardımları biliyor ve onu güvenilir bir kraliçe olarak görüyorlardı. Bu da onları önemli istihbarat kaynağı haline getiriyordu.
Tiberya Projesi olarak tarihe geçen sürecin lideri olan Dona Gracia ve yeğeni/damadı Josef Nasi o dönemde nasıl bir misyon üstlendi?
Osmanlı’nın himayesinde Yahudilerce kutsal sayılan dört önemli bölge vardı: Kudüs, Safed, Hebron ve Tiberya. Kudüs’ü zaten teklif edemiyorlar; bu çok dikkat çekici olurdu. Hebron da zaten Kudüs’ün içinde yer alıyor. Safed’de ise Türk sancak beyliği var, bu sebeple Kanuni’nin kullandığı bir bölge. Dolayısı ile geriye Tiberya kalıyor. Tiberya o dönemde yılanların cirit attığı, saldırıya maruz kalmış, çok kötü bir toprak. Josef Nasi Kanuni’den Tiberya’da yarı bağımsız bir devlet kurmak için izin alıyor. Yani Osmanlı’ya para ödeyen bir devlet sistemi. Yahudilerin kutsal topraklarda bir arada yaşayacağı bir yer bulmak için ciddi paralar harcıyorlar. Tabii Avrupa Yahudilerini getirmek için ticaretin akacağı bir yaşam kurmak çok önemliydi. Mendesler, ipek ticareti için dut ağaçları dikiyorlar, İspanya’dan yün ithal edip Venedik’teki giysilerin benzerlerini yapmayı planlıyorlar, ta ki Kıbrıs Projesi çıkana kadar. Bu proje için II. Selim, Josef’e Kıbrıs krallığını teklif ettiğinden Josef çok heyecanlanıyor. Bu dönemde Dona Gracia öldüğü için Josef Nasi tamamen Kıbrıs Projesine yönleniyor ve böylece Tiberya Projesi başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Bu konu ile bağlantılı olarak 2010 yılında, Gracia’nın doğumunun 500. yıldönümünde, İsrail’de Dona Gracia adına bir şölen yapıldı. 4 saat süren sempozyumun sonunda, Şimon Peres 45 dakikalık konuşmasında Dona Gracia’nın bu kadar unutulmasının mahcubiyetini dile getirdi.
Önümüzdeki dönemde Dona Gracia ile ilgili başka projeleriniz olacak mı?
Öncelikle iki idealim vardı. Birincisi, Dona Gracia için bir abide dikmekti. Hayali abidemi bu kitapla, kendime göre diktiğimi düşünüyorum. Tabii Osmanlı’nın en değerli zamanlarında Osmanlı-Yahudi ilişkilerini insanların öğrenmesi de çok önemliydi benim için. İkincisi ise, Dona Gracia’nin yaşadığı tüm yerlerde yapılacak bir sergi oluşturmak. Portekiz büyükelçisi ile Portekiz kültür bakanından randevu aldım. Sergiyi Türk Büyükelçiliği himayesinde Lizbon’da başlatıp Bristol, Londra, Antwerp, Venedik, Ferrara, İstanbul ve İsrail’de devam ettirmek istiyorum. Bu ayrıca ülkeler arasında bir dostluk köprüsü de oluşturur. Hasköy’de Dona Gracia’nın yaptırdığı ve halen ayakta kalmayı başaran La Sinyora Sinagogu müze haline getirilebilir ve dünyanın her yerinden birçok insan Hasköy’ün varlığını, ülkemizin zamanında yaptığı insancıl faaliyetleri tanıma fırsatı bulabilir. Bu proje Türkiye’nin uluslararası imajına büyük katkı sağlarken Portekiz Devleti’ne de geçmişin hatalarını kınama fırsatı verecektir. Portekiz Kültür Bakanı, Dona Gracia’nın Türkiye ile Portekiz arasındaki en önemli bağ olduğunu belirtti ve projeyi çok beğendi. Projenin Türkiye ayağı için Kültür Bakanımız da olumlu bir görüş belirtti ve iki ülke arası bir MOU* imzalandı. Böyle bir serginin Türk Büyükelçiliği’ne çok büyük prestij kazandıracağını düşünüyorum. Kitabı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve Büyükelçi Luisa Bastos de Almeida’ya gönderdim. Portekiz Büyükelçisi çok beğendi. Gelen tüm Türk muhataplarına bu kitabı veriyorlar. Zira bu kitabın daha önceden armağan edilen porselenlerden çok daha anlamlı olduğunu belirtti. Eğer bu roman hedeflediğim sayıya, 30 bine ulaşır ise, ki 1,5 ay evvel basılmasına rağmen şu anda sayımız 4000’i buldu, projelerimin arasında tarih kitabını basmak ve Josef Nasi hakkında yeni bir kitap yazmak da var. Zannediyorum ki bu iki yılı bulacak. Ayrıca Dona Gracia romanı birçok dilde tercüme edilecek. İngilizce ve İbranice’den başlayacağız. Tercümesi için Iowa Üniversitesi, tercüme bölümünün başındaki Aron Aji ve Orhan Pamuk’un kitabının tercümesini yapmış Güneli Gün ile iletişim halindeyim. Çalışmaya başladığım bir diğer proje ise Dona Gracia film projesi. Bu bir Hollywood filmi olacak. Dona Gracia 16 sene bu topraklarda yaşadığı için, bir kısmı da Türkiye’de çekilecek. Proje şu anda çok iyi gidiyor. Dona Gracia’nın hak ettiği değeri bulmasında cemaatimizin çok büyük görevi olduğuna da inanıyorum. Her şey gençlerimizin de konuya vakıf olmasıyla başlayıp başta hanımlarımız olmak üzere, bu konuyu iyice öğrenip sohbetlerinde dillendirmeleriyle devam edecek.