1. Ordular meydanlarda savaşırken mali savaşlar nasıl yürüyordu?
Dönemin İmparator ve Krallarının tutarlı bir bütçe düzeni olmadığından, sürekli harcama yapar ve sık sık para sıkıntısı çekerlerdi. Ayrıca savunma veya savaş durumunda kaldıklarında beklenmedik harcamalara karşı hazırlıklı olmazlardı. Bu durumda çaresiz kalıp bankerlerin kapılarını çalarlardı. Bunun bilincinde olduklarından, bankerleri sürekli hoş tutarlar ve en iyi şekilde ağırlarlardı. Osmanlı’nın tımar sistemini bilmediklerinden orduları her sefere çıktığında hazineden büyük meblağlar ödenirdi.
2. Hristiyan mezhep savaşlarında Bab-ı Ali kimlerle ittifak kurdu?
Osmanlı’nın en zorlu rakibi Kutsal Roma İmparatorluğu idi. Fransa da aynı güçten çekindiğinden tabii olarak Osmanlı’ya yakın durmaktaydı. Ancak Protestanlığın önem kazanması bilhassa Hollanda’da İspanyollar eliyle sorunlar yaratmıştı. Hristiyan ülkeler genellikle savaşmaktan ziyade aristokrat ailelerin aralarındaki evliliklerle toprak ediniyorlardı. İspanya bu tip bir ilişki ile Germen İmparatorluğuna bağlı idi. Osmanlı, bilhassa Kanuni Protestanların kültürünün sadeliğine yakın hissediyor ve ayrıca Şarlken’i zayıflatmak amacıyla Hollanda’daki Protestanlara ciddi manevi destek veriyorlardı. Bu konuda Jozef Nasi’nin somut girişimleri vardı. Hollanda’nın ayaklanmasının önünde gelen kişilerle temas kurup Osmanlı desteğini sürekli yineliyordu.
3. Avrupa’nın mali güçleri kimlerdi?
16. yüzyılda finans dünyası şeffaf ve çözülmesi kolaydı. Amerika henüz bağımsız devlet olarak ortada olmadığından para piyasası Anvers’te oluşmuştu. Burada dört ana oyuncu vardı. Germenlerin Fugger’i, Welsley’ler, İtalyan Affiatatiler ve Mendes Müessesesi. Sonuçta İmparatorlar bu dört banker grubuna devamlı muhtaç olurlardı ve iyi geçinmek zorundaydılar. Bugün finans alemi çok daha çapraşık olsa da sonuçta etkileri daha az belirgin olsa da yine de devlet yöneticilerin dikkatle izlemeleri gerekenler dev finans grupları ve kendi ülkelerindeki bankaların sağlıklı olmasıdır. Yani finans hep ön plandaydı ve idaricelerle içiçeydi.
4. Yahudilerin göçü İspanya’ya neye ve kaça mal oldu?
İspanya ve Portekiz azınlıklarını kovduktan bir süre sonra altın çağlarını kapatmakla kalmadılar, her geçen asırda biraz daha dünya gücü olmaktan uzaklaştılar. Azınlıklar biraz da güvensizliklerinden dolayı daha fazla çalışmak zorundadır. Bu durum yerel halkı da rekabete zorlamaktaydı. Yerel halk sırtlarını bazı kişi ya da gruplara dayayıp yan gelip yatmaktan uzaklaştırılıyordu. Üretken olmaya zorlayan bir demografik yapı vardı. Yani yandaşlık zihniyetinden uzaklaştırıp meritokratik ve dolayısıyla dinamik bir platforma taşımaktaydı. Azınlıkların özgürlükleri kısıtlanmadığı serbest ve eşit rekabet ortamı ülkeyi daha renkli ve yaratıcı hale getirir, büyütür zenginleştirir. Amerika’nın azınlıkları ve göçmenleri sayesinde geliştiğine inanılır ve bu grubun mensuplarını devletin her kademsinde ve ekonominin her alanında üst sıralarda görmek mümkündür.
5. Portekiz’den kovulan Yahudiler nereye sığındı?
16. Yüzyıl Avrupası’nın not karnesi insani açıdan çok alt sıralarda idi. Çöküntünün başlangıcında İspanya Kralı Ferdinand, amacının “tek bayrak, tek lisan ve tek din” olarak açıklamıştı. Yahudi ve Müslümanlara karşı inanılmaz zorluklar ile katliamlara neden
olmuşlardı. Fatih’le başlayan 5 büyük padişahın her döneminde İmparatorluk sınırları içinde engin din ve inanç özgürlüğü Padişahın kendi isteği ile değil geleneklerinden gelen mecburiyetinden dolayı teminat altında idi. İşte bundan dolayı o dönemde Osmanlı önemli bir Yahudi göçü alıp ve bu insanlardan, Halil İnalcık’ın da tarafsızsız anlatımından da anlaşıldığı gibi, azami ölçüde yararlanmayı bilmiştir. Jozef Nasi Kanuni tarafından Frenk beyi, Tiberias Lordu ve Selim tarafından Nakşa ve Arşipelin Dük’ü ünvanlarına layık görülmesi bu karşılıklı yararlanmanın en bariz ispatıdır.
6. Hristiyan batı, Yahudileri kovarken Osmanlı neden kucak açtı?
Hristiyan Batı Yahudilere başta hoş görünüp, onların yarattığı hareketli iş ortamlarından yararlanıp sonra da soymaya başlamış ve onları evlerini barklarını terk edip kaçmaya zorlamıştı. İnanılmaz kültürel ayrılıklar olmasına rağmen Osmanlı’nın kucak açması, tebasının özlük haklarını zamanının çok önünde, hatta günümüzde dahi örnek gösterilebilecek şekilde koruması diye algılanabilir. Bu zeki ve en önemli başarılara imza atmış Padişahlar Yahudilere kucak açıp onlara özgürlük bahşedip ticaret ve diplomaside İmparatorluklarına zenginlikler katmışlardır.
7. Dona Gracia’nın nihai hedefi neydi?
Dona Gracia başta dini özgürlüklerini sağlamak ve aynı zamanda dünyanın her köşesinde Yahudilerin yaşadığı kısır döngüyü kırmak, hür ve onurlu yaşamları olabilecek, kendilerini savunabilecekleri bir toprağa yerleştirmekti. Osmanlı’ya gelerek bu emellerini gerçekleştirmede önemli mesafe katetmiştir. Batıda horlanan Yahudileri Osmanlıya kaçırarak dini özgürlüklerini temin etmişti. Daha sonra Kanuni’den Tiberias bölgesinde yarı otonom bir bölge oluşturarak Yahudilerin kendilerini yönetecekleri bir ortam yaratmıştı. Bu emelleri ile çabalarken Osmanlı’ya da azami şekilde yararlı olmayı daha gelmeden çok önce işar edinmişti.
8. Padişah ve Bab-ı Ali Avrupa gelişmelerinden haberdarmıydı?
Osmanlı Padişahları kendilerini çok üstün görüp Avrupa Kralları veya İmparatorlarıyla yakın ilişkiler kurmamışlar aynı masada yemek yememişlerdi. Bu eksiklik kulaktan dolma ve defalarca yalan yanlış bilgilerle yanıltılmalarına engel olamamıştı. Jozef Nasi, Kutsal Roma İmparatoru Maximilian’ın sınıf arkadaşı, Macar naib Kraliçesi Şarlken’in kardeşi Mary’nin sarayının değerli konuğu ve Portekiz Kralının iş ortağı olarak dokunun içinde biri idi. Ayrıca önemli bir banker olması kendisine devamlı ihtiyaç duyulduğundan batı düşünce mekanizmalarına hakimdi. İşte bundan dolayı fikirleri, değerli bir devlet adamı olan Sokollu’ya rağmen Padişahlar tarafından dinlenir itibar edilirdi.
9. Bir kadın banker bütün Avrupa başkentlerinin gündemine nasıl girdi?
Parasıyla
10. Mali güç, orduları yendi mi?
Tımar sistemi devam ettiği sürelerde Osmanlı, ordu düzenini kurmak için Batı kadar bankerin kredisine ihtiyaç duymazdı. Batı ise kesinlikle ordularının gücü finans imkanlarına doğrudan orantılıydı. Bu yüzdendir tersi değilde, Bankerler orduların kurulmasındaki eksikliği tamamlar ve savaşabilecek güce erişmesinde kilit rol oynardı.
—